Sosyal medyadaki paylaşımlar insanları gelecek için umutlandırıyor. İnsanlık adına güzel sözlerin ve davranışların paylaşıldığı ortamı tebessümle izlerken sonrasında gelen gerçek hayatın ağırlığı insanın üzerinde şaşkınlıkla karışık bir karamsarlık oluşturuyor. En güzele dair ne varsa paylaşan insanlar en kötünün sınırında olmaktan zevk alıyor.
Paylaştıklarımızla yaşadıklarımız, söylediklerimizle inandıklarımız o kadar farklı ki artık neye inanmamız gerektiğini bilmiyoruz. Güven kelimesi o kadar yıpranmış ki artık “Bana güvenebilirsin.” cümlesini söyleyen kişiye karşı ayrı bir güvensizlik besliyoruz.
İyi ile kötünün ayrımı o kadar belirsiz ki artık ayrım yapmaksızın aynı boşvermişlikle yaklaşıyoruz. Kötülerden uzak durmak adına iyileri de kırmaya başlıyoruz. Hayatımız güvensizlik üzerine kurulunca her güvenmeyen insanın yaşadığı yalnızlığı yaşıyoruz. Yakınımızda kimsenin olmadığı gibi kalbimizi de boşaltıyoruz. Etrafımız kalabalık olabilir ama ruh dünyamıza ulaşan, gönlümüze dokunana, sesini duyup rahatlayacağımız kimse kalmıyor.
Güvensizlikle başkalarının yaşam temellerini çürütürken başkaları da aynı gerekçelerle bizim yaşam enerjimizi tüketiyor. Var olmaya çalışırken ayağımız kayıyor, ayakta durmak için yaptığımız her hareket bataklığa düşmüş kişi misali batışımızı hızlandırıyor ve o anda elimizden tutan kimse kalmıyor.
Her yaşamın bir katili vardır ve zamanımızda en büyük katil ya biziz ya da en sevdiklerimiz. Bizi ayakta tutması gerekenler hançeri çıkarttığında artık yapılacak tek şey vardır: o hançerin hayallerimizi sonlandırması. Hayali olmayan bir kişi de zaten yaşamıyor demektir. Burada biyolojik bir yaşamdan bahsetmiyorum, tamamen insani bir yaşam kalitesinden uzak, varlığıyla yokluğu arasında fark olmayan, yaşadığı hayatı hükümsüzleştiren bir yok oluştan bahsediyorum.
Artık birbirimizi yok etmek, yaşam ümidimizi eritmek yerine artık birbirimize el uzatmamız gerekiyor. Yoksa yaşayan ölüler kervanına katılmamız uzun sürmeyecek.
Editör: Bayram Akkoç